Üniversite' de bazı bölümleri okuduğunda ya da okumaya başladığında insanlar aslında işsiz kalacağını bilir. Ama içimizdeki romantizm ağır basar okuruz. Bitince Çöpcü bile olamazsınız bazen. e, olamıyorsunuz aslına bakarsak "çöpcü devletin malı" degil artık.. onlarda özel sektörün kölesi pardon çalışanı:))
herneyse benim anlatacağım o degil şimdi. Her yeni mezun gibi benim de içimde sevgi pıtırcıkları vardı! illa ki iş bulurum diye attığım naraların da bir sonu vardı elbet, bir zaman sonra bitti.
Durumu kabullenen çulsuz ben -ayrıca ipsiz sapsız ben- beleş kurs arama motoru gibi gezindim bir dönem ki, işte aşağıda anlatacağım aketdotta bunu anlatıyor,
uzun süren araştırmalarım sonucu en masrafsız ve en beleş kurs olarak "resim kursu"nu buldum. yeteneğim var mıydı? bilmiyorum aslında! bugün bile bu soruya verecek cevaba zemin hazırlayacak cesareti bulamıyorum kendimde de. yüksek olasılıkla yoktu. ama evde oturmak da olmazdı. "güç sende darkoceans" dedim, sol ayakla( solağım ondan, ikonagrafyası yok) kursa girdim. girerken çantamda az kullanılmış vasıfsız bir kalem- vasiıfsız özelliği benden ileri gelmekte- ve göz farı vardı. far makyajım akarsa diye.
tüm gece boyunca bu anın hayalini kurmuştum. "kimbilir ne entellektüel tipler vardı" bu cümleyi en az milyon kere kurmuştum. 2. bestseller cümlem ise "ya ben onların yanında sıg kalırsam" idi. bunun için dua da etmiş hatta bir iki bilgi tazelemesi yapmıştım.
her neyse girdim içeri, kocaman bir salon..."vay kalabalık olacaz" dedim bıyık altından. sonra elemanlar bir iki düştü. salon tam dolmadı ama salt çogunlugu sagladık.ben" olay yeri inceleme" gi bi inceliyorum.
bir karikatür çizen vardı, kızcagız sanırım çizdiklerinden esinlenerek makyajında da aynı tonları kullanıp "wilma çakmaktaş"ı çagımızda temsile girişmişti.
sonra kafamı hafif sola çevirdim, yüzünden doğulu olan mahsun'la küçük emrahın sentezi elemanı gördüm. boynuna haziran sıcagında ressam şalı atmış arkadaşın saatte 1500km hızla giden bir egosu vardı..."vay anasını" nidalarım ayaklarına bakmakla son buldu. eleman üstüm bebek altım şişhane ekoüyle parmakarası terliklerini ayağına çekmiş ki, bu nokta da sesli güldüm ama millet bana bakmadı. hocayı dinledi.
hoca naim süleymanoglu ekolunun en servi boylu temsilcisi olarak karşımdaydı, selam manasında kafa salladım.
sohbete giriştik. ben anlattım şu mezunuyum, şunları yaptım falan. sıra karikatürist!e geldi,
"ben çok fazla konuşmak istemiyorum, fikirlerimi çalarlar sonra. gün boyunca karikatür çiziyorum. "leman" dergisine gönder dediler. buraya da kendimi geliştirmeye geldim."
mahsun görünümlü emrah bakışlıya geldi sıra,
- ben hiç karakalem yapamıyorum. o nokta da kendimi geliştirmeye geldim.
hoca bu nokta da araya girdi.
* nasıl yani?
-çizemiyorum.
*resimleri nasıl yapıyorsun?
- kopya ediyorum.
hocanın surat ifadesi muhteşemdi, zamanında attan düşen bir türk büyüğü! gibi bakakaldı ama yılmadı.
*hangi uslubta /akımda eser veriyorsun.
- yaglı boya.
burda ben krize girdim,güldüm güldüm güldüm. hocanın dikkatini çekti artık o da güldü.sonra
*yani, realist, ekspesyonist, sürrealist..vd hangisi.
- kafama göre yapıyorum ben. onlar ne?
hoca bu cevaptan sonra soru sormayı bıraktı elemana...
zaman geçti, mevsimler değişti ve biz bu elemanların eserlerini hiç göremedik..."ne kadınlar sevdim zaten yoktular..." gibi bir şeydi bu. ama imajları hep baki kaldı. ne zaman bu olayı hatırlasam "bir işe yeteneği olmadığı halde bunu anlamayıp/ göremeyip imajına sıgınan insanlar gelir aklıma...
geçen tv' de izledim. 53 yaşında şalvarlı bir teyzemiz resim yapıyordu...şalvarla resim yapıyordu ve yaptıkları da gayet güzeldi..hayatın içinden, kendi hayatını resmetmiş..ve evet, şalvarla. kişisel sergilerini de şalvarla açmış..ve o bir ressam. önemli olan tek şey de onun "eserleri"...
ama biz türkler hep bir imaja takılır kalırız. ve sanırım bu yüzden başarısızız...
Üstad "beni bu güzel havalar mahvetti." demiş ya,
bizi de "bu imaj merakı mahvetti."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder